10 Aralık 2018, Pazartesi
saat: 14:25


Rüzgar, Berlin'de dün geceden beri kimsenin sevmediği bir şarkı söylüyor.

Her gece, evin kendisinden 2 derece daha soğuk olan yatakodamıza gelirken, sıcak su torbasını doldurup göbeğime bağlıyorum.

B, ona "arkadaşın" diyor. Oysa yangınım benim o, karnımda oluşan öbek öbek kırmızılıklarım. Donmamak için, 3. dereceden yanıklarım.

Gece yatağa yattığımda bir anda odanın her zerresi, tozla, donla, küpeyle, ayakkabıdan düşen bir taşla, yukarı tıkıştırılan bir yorganla, eğreti duran kullanılmayan atkılarla, tozu hiç alınmayan kütüphane ve B'nin babaannesinden kalma tek kolu kırık kanaviçe ceviz sandalyeyle, yatağın altında hep ince bir tabaka halinde ve 6 ay duracak olan yazlık hurçlarıyla, liseden kalma atılmaya kıyılamayan t-şörtlerle, İtalyadan getirilmiş 8 şişe şarapla, lambasıyla, lambasında yıllardır silinmeyen ölü örümceğiyle bir anda yatakta üzerime bindi bindi bindi ve bir kedi çığlığıyla doruğuna ulaştı.

Berlin'de, hiç kedi sesi duymamıştım.
Bu sesi, ne kadar özlediğimi hatırladım. Aşkat? dedim uyanıp, sesler kesildi.

Kimsenin neden taşıdığını bilmeden taşıdığı geçmişleri.

Bir devlet değilseniz, geçmişe ihtiyaç duymazsınız.
Benim geçmişimde büyük bir kara delik var. Değiştirdiğim bilgisayarlarımda kalan öykülerim, hiç bulunamayacak fiilmlerim, her gün deliğe atılan sayfalar dolusu heder edilmiş anlar var.

Mutfakta bir masa ve 6 çekmeceli küçük bir IKEA dolabı var.
Birinci katında sigaralarım, kinci katında kablolar, üçüncü katında defterler, dördüncü katında pasaportum ve ordan burdan seyrekçe gelen banka mektupları, sağlık kayıtları,beşinci katında resimlerim ve altıncı katında da bitirdiğim senaryolar var.

Şimdi başka bir zarf aldım, içine pasaportumu koydum.
Vatandaşlıktan çıkma belgesini koydum
TC numarama bakıp ağlıyorum.
Bu zarfı hangi çekmeceye koyacağım, bilemiyorum.





istanbul
hosting