10 Haziran 2019, Pazartesi
saat: 05:23


son rötuşlar...
gerçekten istediğim ancak bir süredir oyalandığım için geri plana atılmış şeylerin üzerine eğilme zamanı yaklaşıyor. eğer "yaklaşıyor" kelimesini cümleden çıkartırsam, oyalanmamış olurdum ancak kendime yalan söylerdim.

pekala, basit hayallerden başlayalım.
evimi dilediğim gibi dekore etmek ve müziğin, sinemanın ve yemeğin ön planda olduğu bir konsept yaratmak. ama her şeyin ortasında müzik olacak. halen hiçbir enstrümanı ciddi ölçüde çalamıyorum ama müzik, hayatımın tam orta noktasında. ama bu, sadece iyi bir ses sistemi, nostaljik bir pikap, albüm koleksiyonu sığlığında olmayacak. içinde hazır üretimler olduğu gibi benim de üretimlerim olmalı. yoksa sen ne biçim mühendissin derler adama. kimse demezse ben kendi kendime derim.

alternatif müzik tarihini çerçeveletip, her gün birini dinleyip bunun üzerine birkaç cümlelik notlar yazabilirim, kitap da yazabilirim ama duvara sığmaz. benim dışımda ikinci bir canlının herhangi bir notuna, hatırasına tahammülüm olmayacak şekilde, tıpkı steven wilson'un sanat icra etmeyi bencilce, sergilemeyi ise normal bulduğu bir ortamdaki gibi ben de bencilce kendi sanatımı icra edeceğim ve bunu mümkün olursa misafirlerime sergileyeceğim. ama sergilemesem de olur.

bugün bir arkadaşımdan bir iltifat aldım, daha doğrusu öyle anlamak istedim. 80lerde yazılmış bir şarkı sözüne yorum yaparak ona göre farklı bir bakış açısı getirmem üzerine yapılmış bir iltifat, daha ziyade bir yorum. deli saçması olarak da bulabilirdi ama açık fikirliymiş, en azından düşündü. düşündüğünü düşünen sibel alaş mıydı, yoksa düşlediğini düşleyen miydi o. yine de en klası seden gürel ve şapkasıydı.

panik yok. bu kategoriler üstü sanatçılar, kritik bölümümüzde yer almayacak. bizler (kimler?) depeche mode, the cure, suede, pulp, david bowie, steven wilson, xtc, rush, yes gibi şeyleri konuşacağız. çünkü cool olmak bunu gerektirir.

hayır, yani türk popuyla ilgili derinlikli ne karalayabilirim ki. en fazla ergüder-nur yoldaş karalanır, o da ergüder'in hatrına belki..

ikinci konseptimiz sinema ancak şu onur ünlü delisinin "sinema orta sınıf sanatıdır" tezi beni düşündürüyor. deli der geçerim de geçemiyorum henüz.

gerçekten sinema sandığımız kadar büyük bir sanat değil mi? bunca yıl boşuna mı emek verdim? sinema güçlü değilse, benim hayatım filmlerle nasıl şekillenebildi? kabul etmiyorum ama yine de sorguluyorum. hayır, bir de sinemayla ilgili son dönemde ne kadar adam dinlediysem boş beleş çıktı, kimsede steven wilson yaklaşımını bulamadım. alabildiğine mekanikler, sadece işin tekniğini anlatıyorlar. narrative kısma değinen yok denecek kadar az.

kıyas açısından şöyle ifade edeyim. steven wilson sanat icra ederken yüksek bir egoya sahip olduğunu, sanatın bencilce bir iş olduğunu vurgular. ancak bunun aksine yaptığı son konsept albümde (solo) tüm parçaları tek tek tane tane adeta bilal'e anlatır gibi açıklamış. muazzam olay. mütevazi sanatçı işte budur. istediğin kadar kendine bencil de, benim gözümde yerin ayrı.

bu adamın da tam tersi bizdeki sinemacılar (aslında global de çok farklı değil), bu adamların filmleri hakkında konuşulurken lafı adamın ağzından cımbızla alıp çekersin, onun üzerine yine 5 bin saat düşünüp olayı çözümleyemezsin. çünkü neden? çünkü gizemi kaçar, sanatı bozulur, müflis olur. steven anlatıyor ama? onunki bozulmuyor, yükseliyor. çünkü adam sanatına güveniyor. sizin yaptığınız gibi boşa sallamıyor.

benim de yaklaşımım değişti. artık şunu düşünüyorum: eğer bir sanatçı, sanatını çok basitçe en aptal adama bile açıklayamıyorsa, sadece kendi kendine bir şeyler icra eden, toplumun görece akıllı kesimini de idare eden bencil pisliğin tekidir.

ben açıklayacağım her şeyi.

istanbul
hosting