01 Temmuz 2022, Cuma
saat: 04:56


Aklım denizkenarinda, salaş, keyifli, huzurlu. Olimpos bile olur bak, hatta ne güzel olur koyun etrafında ormanlı tepeler falan. Kimbilir nasıl olmuştur orası şimdi. O dere on yıl önce bile kurur gibiydi. Neyse, sonuçta aklım deniz kenarında. Bizim ege tercihim ama Akdeniz'e de fitim. Halbuki hayat hızını aldı akıyor, haftasonu bile kaçamak yapamam hani. Üstelik, bu hızını almış halinden de, bir deniz tatili kadar keyif almasam da, yakın bir keyif alıyorum. Fakat bambaşka gundemlerle dolu doluyum. Bakalım ya, böyle olmadığı günler geldi mi, güzel gelecek. Getiriyorum çünkü, rastgele değil.
Şu ara, hiç bir şeyden emin değilim -ki bence aslında hayatın en tadının çıkarılabilir olduğu dönemleri, hiç bir şeyden emin olunmayan/olamadigin dönemlerdir.- iletişim halinde olduğum ve bana hoş yüzlerini gösteren insanların neden böyle davrandığı konusunda, ugrastigim isinbecerip beceremeyecegim konusunda, bir yıl sonra nerede olacağım konusunda...
Emin olduğum tek şey, ne istediğim ve nereye doğru yol aldığım. Aslında, en son emin olmayı beklediğim şeyler söyle son bir yıla bakınca. Ufak tefek dokunuşlar zihnimi yerine getirdi neredeyse.
Insanlar sanki, güzel dostane yüzlerini gösterir gibiler, hoşuma gidiyor. Bütün iş dolulugumun arasında, önümüzdeki iki ay içinde en az üç farklı insan ağırlayacağım, bu sayı daha da artabilir. Tam sevdiğim gibi yoğunluk aslında. Çünkü, sosyal hayatım, ya da özel hayatım diyim, hareketli değilken, is hayatimdaki hareketliliğe uyum saglayamiyorum, ağır kalıyorum. Ayrıca, çok hoş bir potansiyel var, bir önce yaşadığım ülkede en sevdiğim iki arkadaşımla, işte aşağı yukarı bir bir buçuk yıl sonra dünyanın bambaşka bir yerinde buluşma ihtimalim var şu anda (biri kesin). Bak bu beni biraz heyecanlandırdı işte. Zaten çok severim farklı bir ülkede tanıştığım insanlarla başka başka ülkelerde buluşmayı, bunlar bir de en yakın arkadaşım dediğim insanlar.
Ne bileyim, sanki gerçekten de dünyaya yeniden adapte olabiliyorum, yaşam, huzursuz hissettiğim bir yer olmaktan çıkmak üzere, bir tık uzağında gibi. Kimi insanlar, tatlı/şirin/ keyif veren davranışları ile ufaktan inceden hayatıma dokunur oldular yine.
Ama belki de ben onlara dokunur oldum, bilemiyorum. Çünkü bugün bir kahve molasında, ilk defa, is arkadaslarimla bayağı yüksek bir enerji ile konuştum, konuşurken şaşırdım hatta "oha tam ben gibi konuşuyorum lan" diye, sanki kaç yıllık arkadaşlarımla geyik yaparmış gibi bir şakalar komiklikler, bir cidden eğlenme ve keyif alma halleri. Hatta başka bir molada, ilk defa, bir tanesi "aklımda sana bir bira içelim diye sormak var, ne zaman vaktin olur" diye bir şey söyledi. Rutin yari resmi toplantılar dışında, ilk defa böyle bir istek aldım geldim geleli.
Sonra, artık hayatın cilvesi mıdır nedir, tam birinci yıl dönümünde buraya gelişimin, ilk defa işe yarayan bir gelişme oldu çalıştığım proje ile ilgili -ya da beni tatmin eden diyelim-, insanlık için küçük ama benim için büyük bir adimdi. Artık milyon dolarlık makineleri bozmaktan korkar bı halim de kalmadı, bilemiyorum Altan ya. Bence insan cidden programlanabilir bir varlık, ve bütün bu olup bitenin zamanlamasını bakınca, ben de kendimi bayağı programlanmışim diyorum, ama programlamadi isem de, en azından ihtiyaç duyduğum zamanı bayağı iyi kestirmisim.
Neyse, ben birine "içimdeki ses" önerdim, açıp izlesin diye. Çünkü, insan sağlığına yararlı bir film, insanın raf ömrünü uzatıyor. Zamanını ve yerini hatirlamasam da, çeşitli depresif günlerde, bu filmi ard arda iki üç kez bile izlediğim olmuştu, normal zamanlarda da acayip keyif verir. Neyse, tavsiyem uymuş, sonra bana ya ne çok benzerliğin var Selim'le dedi. Nasıl anlatayım, kimi konuları karşılama ve hakkında yorum yapma biçimini benzetmiş, bazen öyle geyikler yapiyormusum, ya da eminmis bazen selim gibi kendi kendime konusuyormusum. Başta hoşuma gitti, çünkü çok pozitif kafamda bu filmle ilgili her şey. Sonra, bı uzaklaşıp düşündüm, selim lan bu, yaşı kırka gelmiş kendini çirkin bulan yarı asosyal bı adam. Hani tamam sempatim var ama ben biraz farklı bir kategorideyim bence diye düşünecek gibi oldum, sonra, "kabul etmek lazım, ben kırk yaşında, göbekli çirkin bir adamım" diye disavurulan, adamın yazdığı bloglarda anlattığı ki mi duyguları nasıl da icsellestirdigimi falan düşündüm. Doğru aslında, biraz benzerlik var, belki de hakkaten film güzel diye değil de kendime benzettigimden sevdim. Bilemiyorum, öle ya da böyle selim benden daha şanslı. Adam leylayi tavlamis olm, bende nerde o şans. Hey yavrum hey. Olsa da ben bakmam zaten öyle bı kıza, gururlu biriyim ben.

istanbul
hosting