18 Nisan 2025, Cuma
![]() saat: 11:48
![]() META KURGUSUN ORHAN(SERKAN?) "Kompleks bir karakter yaratmak istiyorum. İç huzurunu bulmak için, Lefkoşa Anayolunda tüm işaret levhalarına uyan biri. Ama aynı zamanda pokerde eli kötüyken iyi, iyiyken de kötü gibi davranarak da iç huzurunu bulan, tamamlanmış bir insan gibi hisseden biri. Çünkü oynarken öyle davranmasa kendi gibi olamamanın verdiği huzursuzlukla başa çıkamıyor. Öngörülemezliği ilişkilerine de yansıdığı için yalnız. 2 dostu var, sevgilisi yok." Serkan bu cümleleri kurduğunda, pencereden gelen esinti ile hafifçe titredi. Mobil İletişim şirketinin 8. katındaki ofisinin pencerelerinden, Lefkoşa'nın sisli silueti görünüyordu. Ekrandaki kelimeler kurduğu dünyayı aydınlatırken, Milan Kundera'yı hatırladı. "Yaşam başka yerde." Serkan gülümsedi. Galiba karakteri de kendisi gibi başka bir yerde yaşamak istiyordu. Finansal kontrolör olmak kolay değildi. Oldukça stresli bir işti hatta ama Serkan bunu yeterince iyi yapıyordu. Ne aşırı sevdiği ne de nefret ettiği bir işti. Saat beş olduğunda bilgisayarını kapattı. Çıkarken asistanı Melek'e veda etti: "Ben çıkıyorum, iyi akşamlar Melek." "Geçen hafta toplantıda konuştuğumuz bütçe taslağı için yarın son günümüz mü?" diye sordu Melek. "Hayır, yarın Mali İşler'deki arkadaşlarla öğle yemeğinde konuşuruz, acil değil." ________________________________________ Eve dönerken arabada Cortazar'ın "Seksek" romanını düşündü. "İnsan istediği yere varmak için önce kendini kandırmayı öğrenmeli" demişti yazar. Karakteri de kendini kandırıyordu işte. Hem yasalardan kaçarken hem de kendinden. MASAK'tan kaçan finans uzmanı... Ne klişe, diye düşündü Serkan. Mağusa'daki apartmanına vardığında, Hande'nin evde olmadığını zaten biliyordu. Sanat yönetmeni eşi iki gündür İstanbul'da bir sergi açılışındaydı. Hande evde olmadığından Serkan daha iyi yazdığını düşünüyordu. Banyoya girip duş aldı. Su ısıtıp yeşil çay demledi. Yazı masasına oturdu, karakterini biraz daha derinleştirmek istiyordu: "Orhan, MASAK soruşturması başlamadan bir hafta önce Kıbrıs'a geçmişti. Dikkat çekmemek için bir casino zincirine muhasebeci olarak girdi. Bundan daha ironik bir durum olamazdı; bir sahtekâr, kumarhane muhasebesinde çalışıyordu. Geceleri ise müşteri olarak farklı casinolara gidiyordu. Poker masasında eli güçlüyken zayıf, zayıfken güçlü davranırdı. Bu tuhaf alışkanlık, ona Türkiye'deyken de kazanç sağlamıştı. İnsanlar onu okuyamıyordu. Ama bu davranış biçimi aslında psikolojik bir ihtiyaçtı - gerçek yüzünü gösterememekten kaynaklanan bir savunma." Serkan, yazdıklarını okudu. Murakami'nin "Sahilde Kafka"sındaki gibi, Orhan da kendinden kaçıyordu. "Koşamazsın, çünkü nereye gidersen git, kendin de seninle gelir," "Murakami ne tatlı" diye düşündü. Hep böyle düşünürdü. ________________________________________ Cuma akşamı, Serkan ve Hande arkadaşları Kerem ve eşi Aslı'yı evlerinde ağırlıyorlardı. Kerem, Serkan'ın iş arkadaşıydı. İki çift birlikte vakit geçirirken, eşler arasındaki gizli gerilim her zamanki gibi salonda asılı kalmıştı. Aslında Hande ortamı germeye daha müsaitti, pek hoşlanmıyordu bu buluşmalardan. Yine de Hande dahil hepsi mükemmel bir akşam geçiriyormuş gibi davranıyordu. The Cure'un "Cut" şarkısı arka planda çalarken, Kerem ve Serkan şarkıyla hafifçe başlarını ritme uydurmuşlardı. Sohbet Japon kültürüne kaymıştı. "Hiç go oynadın mı?" diye sordu Kerem, elindeki kadehi hafifçe sallayarak. "Hayır, ama her zaman merak etmişimdir," dedi Serkan. "Daha çok satrançla ilgilendim. Kastamonu üçüncülüğüm var." dedi. "İlginç bir üçüncülük dedi." Sarkastik bir tavrı yoktu, hatta Serkan'ın kendiyle alay eder tavrı ve alkolün de etkisiyle iki arkadaş gülüştüler. "Go çok farklı bir oyun," dedi Kerem gülmelerin sonuna doğru. "Satranç taktiksel bir oyun, go ise... nasıl diyeyim daha çok karakterini ortaya koymak gibi, ayna gibi yansıtıyor oynayanı." Hande gözlerini devirdi. "Her şeyi felsefeye bağlamak zorunda değilsin, Kerem." Aslı, Hande'yi destekler biçimde gülümsedi: "Kerem'in yeni takıntısı bu. Geçen ay favorimiz ikebana idi, ondan önce Basic Japonca kelimeler." "Japon seviyorum." dedi Kerem, hafifçe alınmış bir şekilde. "Yerellikleri evrensele kaymıyor mu? Mesela Murakami'nin de neredeyse tüm romanları Tokyo'da geçiyor, ama evrensel işte." "Murakami'yi sevmiyorum ben," dedi Hande, şarabını yudumlarken. "Fazla eril bence." Serkan araya girdi: "Bir röportajında bir kadın muhabirin erillik eleştirisini kesin bir dille reddetmişti." Sonra "kesin bir dil" diye tekrarlayıp hep birlikte güldüler. "Ah, evet, senin gibi yarı zamanlı ve eril yazarlar için Murakami mükemmel bir örnek," dedi Hande, hafif alaycı bir tonda. Joy Division'ın "Isolation" şarkısı başladığında, Kerem konuyu değiştirdi: "Çok genç ölmedi mi ya bu adam da." "Hakikaten öyle," dedi Serkan, eşinin sözlerini görmezden gelerek. "Önce lost control sonra isolation, sonrası trajedi." dedi. Kerem "yazar hassasiyetini ayakta alkışlıyorum." Dedi. Alkışladı ama ayağa kalkmadı. Aslı, sıkılmış bir ifadeyle: "Sizce geç olmuyor mu? Yarın erken kalkmam gerekiyor..." Gece şekersiz bir tatlı gibi bitiverdi. Sonraki hafta Serkan, Lefkoşa'dan Mağusa'ya arabayla dönerken, karakterini geliştirmeye devam etti. Yol karakteri oluşturuyordu. "Orhan casino'da poker oynarken hiç konuşmazdı. Suskunluğu silahıydı. Asıl mesleğini kimse bilmezdi – finans ve vergi konularında uzmandı, şirketlerin kara paralarını aklama konusunda ise bir dahiydi. Şimdi kendi kirli parasını temizleme derdindeydi. Her akşam farklı bir casino, her gece farklı bir masa... Yalnızlığı tercih etmişti, çünkü insan yakınlaştıkça tehlikeliydi. Yakınlaşmak demek gerçeği paylaşmak demekti." Serkan işte tam bu noktada düşündü: Orhan'da bende olmayan lezzeti ortaya koymalıyım. Onu gerçek kılacak bir şey, elle tutulacak betimlemeler… Hayat olmalıydı karakterinde. Gözlerini kapatıp Orhan'ı hayal etti. Onu görüyordu: kırklı yaşlarında, tedirgin bakışlı ama bakışlarındaki tedirginliği gizlemeye çalışan, siyah gömleğinin yakasını her zaman fazladan bir düğme açık bırakan, saçları kırlaşmaya başlamış, elleri kalın ve güçlü bir adam. Serkan hikâyesini kurgulamaya çalıştıkça Orhan'ı karşısında görür gibi oluyordu. Serkan eve vardığında, bilgisayarını açtı ve yazmaya başladı. Saatler boyunca karakterini ete kemiğe büründürdü. Orhan'ın geçmişi, travmaları, korkuları, sevdikleri, nefret ettikleri hepsini kâğıda döktü. Bir ara, kendi yazdıklarından ürktü. Orhan'ın karanlık taraflarıyla kendi karanlık yönleri arasında benzerlikler görmeye başlamıştı. ________________________________________ Cumartesi gecesi, Hande yine şehir dışındaydı. Serkan, casinoya gitmeye karar verdi. Daha önce hiç casinoya gitmemişti, ama karakterini daha iyi anlamak istiyordu. Bir araştırmacı yazar tavrı ortaya koyuyordu. Siyah gömlek giydi, ciddiyetle yakalarını düzeltti. Orhan da böyle yapardı dedi, aynada kendine güldü. Casinoya vardığında, kapıda bir an duraksadı. İçeri girmesi, sanki başka bir dünyaya adım atması gibiydi. Hissettiği tedirginliği bastırdı ve kendinden emin adımlarla içeri girdi. Parlak ışıklar ve slot makinelerinin sesleri onu karşıladı. Bir süre etrafı izledi. Orhan nasıl davranırdı? Nereye giderdi? Poker masalarına doğru ilerledi. Minimum bahisli bir masa buldu. Sakinleşmeye çalıştı ve oyuna katıldı. İlk bir saat boyunca sadece izledi, zorunlu eller dışında oyuna girmeyerek diğer oyuncuları tanımaya çalıştı. "İşte Orhan'ın dünyası," diye düşündü Serkan. İkinci saatin sonunda, kazancı oldukça iyiydi. Profesyonel bir oyuncu değildi ama risk yönetimini iyi biliyordu. Belki de finans eğitimi işe yarıyordu. Tam bir el daha oynamayı düşünürken masaya yeni bir oyuncu katıldı. Serkan başını kaldırdığında donakaldı. Adam, zihninde canlandırdığı Orhan'a tıpatıp benziyordu: kırklı yaşlarda, keskin bakışlı, siyah gömleğinin yakası açık, elleri kalın ve güçlü... Serkan elindeki kartlara tekrar bakmaya çalıştı ama gözleri adamdan ayrılmıyordu. Adam birkaç el sonra Serkan'a doğru baktı ve hafifçe gülümsedi. "İlk kez mi oynuyorsun?" diye sordu adam. Serkan yutkundu. "Evet... sen?" "Ben her akşam farklı casinolarda oynarım," dedi adam sakince. "İsmim Orhan." Serkan'ın kalbi hızlandı, kulakları uğuldamaya başladı. "Ben de Serkan." Birkaç el daha sessizce oynadılar. Serkan adamı izlerken, onun hareketlerindeki kontrol, blöf yapma biçimi, eli kötüyken iyi, iyiyken kötü oynama tarzı... Her şey yazdıklarıyla örtüşüyordu. Bu gerçek olamazdı. "Buralarda sık görünmüyorsun," dedi Orhan bir ara, doğrudan Serkan'ın gözlerine bakarak. "İlk kez geldim buraya," dedi Serkan, Tedirgince sordu: "Ya sen?" "Ben geçici olarak Kıbrıs'tayım," dedi Orhan. "İşlerim var." "Ne iş yapıyorsun?" diye sordu Serkan, cevabı bildiğine emindi. "Muhasebe," dedi Orhan kısa bir duraksamadan sonra. "Bir casino zincirinde çalışıyorum." Serkan'ın nefesi kesildi. Bu kadarı tesadüf olamazdı. Bir süre daha pokere devam ettiler. Orhan birkaç büyük el kazandı, Serkan'ın şansı ise giderek azalıyordu. Bir ara, diğer oyuncular molaya çıktığında ikisi masada yalnız kaldılar. Orhan öne eğilip fısıldadı: "Biliyor musun," dedi, "iki haftadır Serkan isminde bir karakter kurguluyorum. Mobil iletişim şirketinde çalışan ama aslında edebiyatçı olmak isteyen biri." Serkan olanlara inanamıyordu. "Bu... imkânsız. Ben de Orhan isminde bir karakter yaratmaya çalışıyorum. MASAK'tan kaçan bir finans uzmanı..." Orhan sessizce ona baktı, sonra elini masaya koydu. Gözlerinde tanıdık bir ışıltı vardı. "Olacak şey değil. Has siktir… Deneyde falan mıyız?” baını hızlaca yere doğru eğdi ve aynı hızla kaldırdı. “Çünkü bu dakikadan sonra her şey olabilir." Serkan etrafına bakındı. Casino'nun sesleri uzaklaşmış gibiydi. Orhan'ın yüzündeki ifade değişti, bir anlığına soğuk ve hesapçı bir bakış belirdi gözlerinde. "Belki de biz aslında aynı kişiyiz," dedi Orhan, sesinde tehlikeli bir tını vardı. "Belki sen benim yarattığım bir karaktersin, belki de ben senin." Sesler, renkler, kelimeler ve hayata dair ne varsa ikisinden uzaklaşmaya başladı. İki adam, sanki farklı bir boyutta buluşmuş gibiydi. Birbirlerinin gölgesi mi, yansıması mı, yoksa kesişen iki paralel hayat mı oldukları belirsizdi. Aralarında garip bir bağ vardı, sanki zihinleri birbirine bağlanmıştı. "Başka bir yere gidebiliriz," dedi Orhan. "Burada konuşamayız. Orhan, Serkan’ın kendisini takip eden bir polis olabileceğini düşünüyordu. Orhan tehlikeli olabilirdi - hem gerçekte hem de zihninde. Ama Serkan’ın merakı korkusundan daha güçlüydü. "Tamam," dedi. "Nereye gitmek istiyorsun?" "Dışarıdaki bara gidelim," dedi Orhan. "Daha sakin olur." İki adam, masadan kalktılar ve bu acaip durumu tartışmak üzere casino'dan çıktılar. Bar tenhaydı. Bir köşeye oturdular, iki viski sipariş ettiler. "Beni nasıl yarattın?" diye sordu Orhan doğrudan. "Ben... bilmiyorum," dedi Serkan. "Karakterim için bir finans uzmanı düşünüyordum, yasalardan kaçan biri..." "Beni neye dayanarak hayal ettin? Tanıdığın biri var mıydı?" "Hayır, tamamen hayal gücüm..." Orhan içkisinden bir yudum aldı. Gözlerini Serkan’a dikti ve iyice yaklaştı. "Polis değilsin değil mi?” Serkan panikle cebinden kartvizitini, iş yerinin dijital kartını ve cüzdanında kendisini anlatacak ne varsa çıkarıp gösterdi. Ürkmüştü. Orhan biraz sakinleşir gibi oldu. “Ben de Serkan karakterini tamamen hayal gücümle yarattım. Bir yazar, karısı sanat yönetmeni, Kıbrıs'ta yaşıyor..." "Hande," dedi Serkan. "Karımın adı Hande." Orhan'ın gözleri büyüdü. "Evet, Hande. Nereden bildin?" Orhan da şaşırma partisine katılmıştı. Serkan polis olmayabilirdi ama kimdi bu adam? Serkan'ın boğazı kurudu. "Çünkü o benim karım." Bir süre sessizce içkilerini yudumladılar. Serkan zihinsel dengesi bozulmuş hissediyordu. Ya deliriyordu ya da gerçekten olağanüstü bir şey yaşıyordu. "Peki MASAK'tan neden kaçıyorsun?" diye sordu sonunda. Orhan bir an için rahatsız oldu. "O kısmı hayal etmişsin." "Hayır, sen söyledin. Casino zincirinde muhasebeci olarak çalıştığını söyledin." "Evet ama kaçak olduğumu söylemedim," dedi Orhan, sesi şimdi daha sert çıkıyordu. "Bu kısmı sen uydurdun." "Uydurmuş olabilirim," dedi Serkan, "ama doğru mu?" Orhan'ın yüzündeki ifade değişti. Gözleri kısıldı, çenesi gerildi. Elini ceketinin iç cebine doğru götürdü ve bir an için orada tuttu. "Yazdığın her şey doğru," dedi sonunda. "Ben gerçekten MASAK'tan kaçıyorum. Ama bunu nasıl bildiğini anlamıyorum. Kimse bilmiyordu." "Çünkü ben seni yarattım," dedi Serkan, kendi kelimelerinden bile şaşırarak. "Ya da ben seni yarattım," dedi Orhan. "Ya da ikimiz de bir başkasının zihnindeyiz." "Bunun ne önemi var?" dedi Serkan. "Sonuçta buradayız, gerçeğiz." "Öyle mi?" dedi Orhan, şimdi sesi tehditkâr çıkıyordu. "Peki ya sadece birimiz gerçeksek? Ya diğerimiz sadece bir hayal, bir kurgu karakterse?" “Işte buradayız, birbirimize kendimizi anlatıyoruz ve birimiz diğerine kendini anlatıyor hatta. Bundan gerçek ne olabilir?” dedi Serkan. “Haklısın” dedi Orhan. Sonra sessizce içkilerini içtiler bir süre. Gelecek hafta görüşmek üzere sözleştiler ve bardan çıktılar. Orhan casino çıkışında Serkan'ı cebine gizlediği bıçakla öldürdü. Yazın dünyasında Orhan'ın mı yoksa Serkan'ın hikayesinin mi son bulduğu günlerce tartışıldı. Kimse "ikisinin de hikayesi burada bitti." kaypaklığına girmedi. etyen. | ||
|