05 Mayıs 2025, Pazartesi
saat: 20:33


BALKONDAN

Yağmur yağmaya başladığında penceredeydim. Oda karanlıktı, balkon penceresinden içeri vuran sokak lambasının ışığı, annemin antika sevdasından kalma işlemeli perdelerde şekiller çiziyordu. Aşağıda Lefkoşa’nın dar caddelerinden birinde yağmur altında aceleyle yürüyenler, şemsiyeler, vitrinlere yansıyan ışıklar ve kenarda bekleyen bir taksi vardı.
Babam hâlâ dönmemişti. Saat on biri geçmişti ve annem mutfakta çay bardaklarını kırarcasına tezgâha bırakıyor, sonra yine alıyor ve tekrar bırakıyordu. Her zamanki gibi. Önce inat etmişti, "yemeğe beklemeyeceğiz," demişti. Ama sonra masayı yine üç kişilik kurmuştu
Annem güzel bir kadındı. Bunu herkes söylerdi. "Ne şanslı adamsın Selim Bey," derlerdi babama, "böyle güzel bir hanımın var." Babam da gülümserdi hep, yok hayır sırıtırdı demeliyim. Buna benzer her sözde plaket alan adamların samimiyetsiz gülümsemesi yüzünde belirirdi.
"Cemal, gelip yemeğini yesene artık," diye seslendi annem. Sesindeki üzüntülü peslik kulaklarımı acıttı.
"Geliyorum," dedim ama yerimden kımıldamadım.
Defterimde yarım kalmış bir şiir vardı. Lale için yazmıştım. Sağ yanağında küçük bir beni vardı, çaprazımda iki önümdeki sırada oturuyordu. Aklımdan Lale’yi bir türlü çıkaramıyordum. Aşk böyle bir şey herhalde. Sonra annemle babamı düşündüm. İçim kasıldı. Sonra Lale’yi ve beni. İşin içinden çıkamadım.
Arka balkondaki sandalyeye oturup Beşparmak dağlarını seyretmeyi seviyordum. Denizi göremesem de, oralarda bir yerlerde olduğunu biliyordum. Babam küçükken beni Girne’de bir malikâneye götürmüştü. "Bir gün biz de burada oturacağız," demişti. Annem gülmüştü, "Hayal kurmakta üstüne yok Selim," demişti. Babam o gün bir şey dememişti ama kafasını hızla çevirdiği anı çok iyi hatırlıyorum.
Geçen hafta Lale'ye baharda Güzelyurt’ta bir gezintiye çıkmak istediğimi söylemiştim. “Tam çilek mevsimi Lale!” deyivermiştim heyecanla. Gülmüştü, "O kadar uzağa mı gideceğiz?". Karşılaştırma anne babanla dedikçe, kıyasların önü ardı kesilmiyordu. Babamı anlar gibi mi oluyordum ne?
Mutfakta annemin fısıltıyla, ama gergin bir tonda konuştuğunu duydum. Telefonun diğer ucundaki halam olmalıydı, ya da belki en yakın arkadaşı Sevim Teyze, bilemiyorum. Son zamanlarda babam geciktiğinde hep onları arardı. "Üzülme Perihan, iş işte, geç kalabilir..."
Whatsapp’tan Lale'den gelen mesaja baktım: "Yarın hangi filme gitmek istersin?" Cevap vermek istedim ama veremedim. Birden bütün işlerin ne kadar karmaşık olduğunu düşündüm. Babam ve annemin ilişkisi de bir zamanlar sevgi doluydu herhalde. Fotoğraf albümlerindeki sarılmalı resimlerde gülümsüyorlardı. Ya şimdi?
Balkona çıktım. Yağmur şimdi daha da sertleşmişti. Dar caddenin karşısındaki kitapçı dükkânı kapanmıştı, ama yanındaki pastane hâlâ açıktı. İçeride iki yaşlı adam tavla oynuyordu. Kıbrıs’ta hava, insanlara inat hep dinçti. Bu huyunu çok seviyordum memleketimin. Kafam karıştığında dışarı çıkıp bir iki derin nefes alır, dağlara bakarak her şeyin düzeleceğine inanırdım.
Tam o sırada babamın arabasını gördüm. Yavaşça park etmeye çalışıyordu. Normalde hızlı ve özensiz park ederdi. Bu sefer temkinliydi. Kapıyı açıp çıktığında, saçları ve ceketi yağmurdan ıslanmıştı. Başını kaldırıp balkona baktı. Göz göze geldik. Gülümsemeye çalıştı ama beceremedi.
İçeri girdim. Annem hâlâ telefonla konuşuyordu: "Tamam, gelmiş. Sonra konuşuruz." Telefonu kapattı, saçlarını düzeltti, parfümünü sıktı. Onu izliyordum.
Kapının anahtarı döndü. Babam içeri girdi.
"Trafik feciydi," dedi, ceketini asarken.
"Yemeği ısıtayım mı?" dedi annem, sanki gecenin on birinde yemek ısıtmak çok normal bir şeymiş gibi.
"Yedim ben," dedi babam. "İş yemeği uzadı, biliyorsun."
Annem bakışlarını kaçırdı. Babam bana döndü.
"Ne o Cemal, uyumadın mı daha?"
"Ödev yapıyordum," dedim, hiç zorlanmadan yalan söyleyerek. Evin havasından nasibimi almış gibi.
Lale ile sinemaya gitme fikrine ne diyeceğimi düşünüyordum. Belki de hiç gitmemeliydim. Belki de hiç başlamamalıydım. Babamın annemle nasıl tanıştığını düşündüm. Belki onlar da ilk buluşmada sinemaya gitmişlerdir. Sonrası ? Bu sessizlik, bu yorgunluk…
Babam yanıma gelip saçımı karıştırdı. Parfümünün kokusunun üzerine başka bir koku sinmişti.
Lale'nin mesajına hâlâ cevap vermemiştim. Belki hiç vermemeliydim. Belki onun benden uzaklaşması daha iyiydi. Ama bir yanım bunu istemiyordu. Lale'nin gülüşünü düşündüm. Annemi ve babamı düşündüm. İnsanların birbirine böyle uzak düşmesi ne kadar sürerdi acaba? Belki yirmi yıl, belki bir ömür. Belki de bir gecede olurdu.
Annem mutfağa gitti. Babam televizyonu açtı. Ben odama gittim.
Telefonumu elime aldım. "Yarın okul çıkışında konuşalım, olur mu?"
Yazdıktan sonra bir süre baktım mesaja. Belki de kaygılandığım gibi olmayacaktı. Belki biz farklı olacaktık. Ya Lale'nin gözlerindeki ışık bir gün sönerse? Ya benim ona karşı hissettiklerim değişirse? Ya da daha kötüsü: babama dönüşürsem?
Mesajı gönderdim. Sonra yatağıma uzandım. Duvarın ardından annemin ağlama seslerini duyabiliyordum. Hafifçe, sessizce ve alıştığı gibi. Babamın "Yapma Perihan, yine başlama," dediğini duydum. Sonra sesler kesildi.
Odamın penceresinden Lefkoşa’nın ışıklarına baktım yeniden. Denizi göremesem de biliyordum ki oradaydı. Hayallerin gerçekleşeceğine dair umutların çoktan tükendiği bir yerde, deniz tüm haşmetiyle ve gerçekliğiyle oradaydı. Belki de bu yüzden büyüklerin sürekli yalan söylediğini düşünüyordum – çünkü gerçek onların olmadığı bir yerdeydi ve herkesi korkutuyordu.
Telefonum titredi. Lale'den gelen mesajı okudum: "Tamam, konuşuruz. İyi geceler."
Korku ve heyecan karışımı bir duyguyla uyumaya çalıştım. Bir yandan Lale'yi düşünüyor, bir yandan da anne ve babamın hikâyesinin bir gün benim ve Lale'nin hikâyesi olmasından korkuyordum. Belki de sevmek, kaçınılmaz bir alçıya dönüşüyordu. Bir yanım da her şeyin iyi olabileceğine halâ inanıyordu.

Karmakarışık bir halde yatağıma uzandım. Yağan yağmuru bile bastıran bir sessizlikte, anne ve babamın ayrı odalarda ağladıklarını hayal ettim.
Sonra uyuyakalmışım.

etyen.

istanbul