24 Eylül 2025, Çarşamba
![]() saat: 15:07
![]() Hayatın da mevsimleri vardır. Çocukluk ilkbahardır; taze, heyecanlı, umut dolu. Gençlik yazı andırır; sıcağıyla, telaşıyla, coşkusuyla insanı içine çeker. Derken bir gün güz gelir. İnsan farkına varmadan serinlik üfleyen rüzgârlar gibi hayatına düşer. İşte o an, “güz üşümeleri” başlar. Güz üşümeleri, yaşın ilerlemesiyle bedenin yorulması değil sadece; daha çok ruhun değişen iklimine verilen bir tepkidir. İnsan artık bilir ki hiçbir şey sonsuz değil. Dostlukların, aşkların, heyecanların da tıpkı yaz güneşi gibi bir gün çekileceğini görür. O serinlik, kayıpların ve kabullerin soğuğudur. Ama güz, yalnızca bitişin değil, olgunluğun da mevsimidir. Yazın ateşiyle yanmış, telaşıyla yorulmuş yürek, bu defa derin düşünmeye başlar. İnsan hayata başka bir gözle bakar: Kalan ömrün kıymeti, paylaşılan bir tebessümün değeri, içilen bir çayın sıcaklığı daha anlamlı olur. Güz üşümeleri, aslında kalbin ağırdan öğrenmesidir: “Yaşamak, sahip olduklarının tadına varabilmektir.” Hayat, her insanı mutlaka bir güz mevsiminde sınar. Kimi zaman yalnızlıkla, kimi zaman hastalıkla, kimi zaman bir kayıpla. Üşürüz, ürpeririz, kimi zaman çaresiz hissederiz. Ama işte tam da o üşümelerde öğreniriz: En sağlam hırka, sevgi; en sıcak çay, umut; en kalıcı ısınma, hayata tutunmaktır. Ve bilmeliyiz ki güz üşümeleri de sonsuz değildir. Tıpkı mevsimlerin döngüsü gibi, hayat da yeniden baharı getirir. O yüzden üşüdüğümüz yerde hayata dair en büyük dersi alırız: Soğuyan ruh, ısınmayı da öğrenecektir. | ||
|