07 Aralık 2025, Pazar
saat: 10:18


muz-zürafa-kaşık.
Mert'in golden retriever'ı Patates'ti. Elif'inki Limon. Patates erkek, Limon dişi. İkisi de kısırlaştırılmamıştı. Patates’in zürafa desenli dikkat çekici bir tasması vardı. Limon’unki ise pespembeydi.
Küçükkaymaklı'da parkta karşılaştılar. Cumartesi sabahıydı, hava güzeldi, park bomboştu. Köpekler birbirini görür görmez koşmaya başladı. Uzun uzun koklaştılar. Sonra işler ciddileşti.
"Olamaz," dedi Elif, koşarken.
"Aman Allahım," diye el yükseltti Mert, o da koşarak.
İş işten geçmişti. İkisi de nefes nefese kaldı. Köpekleri tasmalarından çeke çeke sürüklediler.
Parktan ayrılırlarken ikisi de dönüp birbirine baktı. Köpeklerin vücutları ise dönmekten akordeon gibi olmuştu.
__
Akşam Mert eve döndüğünde, ev arkadaşı Kaan televizyon izliyordu. Mert parkta olanları anlattı. Kaan televizyonu kapattı, Mert’e döndü:
"Yine gitsene parka," dedi.
Mert düşündü. "Gideyim değil mi, belki karşılaşırız."
"Tabi oğlum git işte, aynı saatte git. Belki karşılaşırsınız.”
__
Aynı saatlerde Elif de ablası Selin'e anlatıyordu. İkisi Gönyeli'de bir apartmanda yaşıyordu.
Küçük bir daireydi; iki oda, bir salon ve mutfak pembeleştirilmiş soğan kokuyordu.
Selin soğan kokusunun tetiklemesiyle "köpekleri bırak, sen de onu kokla" dedi, gülüyordu.
Elif önce gözdevirdi sonra kikirdedi. İlk kez bu iki hareketi arka arkaya yapan kişi olabilirdi.
"Cumartesi sabahı aynı saatte orada ol.” dedi Selin
Elif sessiz kaldı ama fikir aklına yatmıştı bile.
__
Bir hafta sonra aynı saatte ikisi de sanki sözleşmiş gibi parktalardı.
Kaan ve Selin’i de yanlarına almışlardı.
Köpekler birbirlerini görünce delirdiler. Bu sefer kimse müdahale etmedi. Sanki bütün bu tezgâh köpekler için kurulmuş gibiydi.
Mert ile Elif sigara yaktı. Fazla konuşmadılar, sadece etrafı izlediler. Salıncaklara baktılar, kedileri ve utangaçlıklarını belli ederek birbirlerini izlediler.
Kaan ve Selin ise köpeklerin yanında durma bahanesiyle parkın etrafında yürüyorlardı. İsimlerini söyleyerek tanıştılar, birbirlerine gülümsüyorlardı.
Kaan Selin’in ne iş yaptığını sordu.
Selin, "Müzik öğretmeniyim. Siz?" dedi.
"Bir sigorta şirketinde satış işindeyim ama aslında mimarlık okudum."
"Anladım," dedi Selin. Hepsi bu coğrafyaların insanlarıydı, tabi ki anlamıştı.
Yürümeye başladılar. Parkın etrafında döndüler. Çöp bidonlarının arkasından, tahtıravallinin önünden ve kırık bankın yanından geçtiler. Konuşmaya devam ettiler.
Neyden konuştular tam hatırlamıyorlardı. Konuşmaların en güzel şekli gibiydi bu hatırlayamamalar. Gülümsemeleri parkın bir yerlerinde asılı kaldı.
__
Altı ay sonra Limon sekiz yavru doğurdu. Veteriner "Kısırlaştıracak mısınız?" diye sordu. Mert ile Elif birbirine baktı.
"Evet," dediler.
Yavruların hepsini biraz büyüdükten sonra güvendikleri arkadaşlarına verdiler. Mert o akşam eve döndüğünde üzgündü ama yavrulara iyi bakılacağından emin olmak isteyerek toparlandı.
__
O zamanlar dördü birden hemen her Cumartesi parkta görüşüyorlardı. Her seferinde aynı yerde otur sigara içiyorlardı. Köpekler evlerindeymişçesine mutlu ve özgürdü.
Kaan ile Selin konuşkan çifttiler. Mert ile Elif sessizdi. Ama alışılmış, huzurlu ve rahat bir sessizlikti.
Bir cumartesi Kaan "hep buradayız" dedi.
"Evet," dedi Mert.
"Yani... hep buradayız. Başka hiçbir yere gitmiyoruz."
"Nereye gidelim?" dedi Selin.
Kaan düşündü. "Bilmem. Sinemaya, restorana, denize?"
"Deniz uzak," dedi Elif.
"Bu öykü evreni bizi parkın dışında bir hayata layık görmüyor," dedi Kaan.
Hepsi sustu. Köpeklere baktılar. Doğruydu aslında. Her şey hep burada oluyordu. Parkta. Cumartesi sabahları. Sanki başka zaman, başka yer yoktu.
Neden sonra, içlerinden biri; şikayet etmeyelim dedi. Gülüştüler.
__
Bir yıl sonra Mert İngiltere’deki annesiyle telefonda konuşuyordu. Annesi, "Ne zaman evleniyorsun?" diye sordu.
"Bilmiyorum anne," dedi Mert.
Gergin bir konuşmanın ardından, Mert bulaşıklara girişti. Her tabağı düşünerek yıkadı, her kaşığı ayrı ayrı duruladı. Kendine daldı uzun uzun.
Ertesi gün kararlılıkla Elif'i aradı. "Evlenelim mi?" dedi.
Elif sessiz kaldı, Mert bekledi. Elif düşünüyor gibiydi ama Mert nedense emin gibiydi. Bugüne kadar ki ilişkilerindeki genel sessizlik hali teklife de yansımıştı.
"Tamam," dedi Elif neden sonra. Ama ikna olmak istiyordu. "Neden şimdi?" dedi Elif.
Mert şaşırdı. Düşündü. "Çünkü... çünkü artık cumartesi olmayan günler de cumartesi gibi geliyor."
Bu söz Elif’i ikna etmeye yetmişti.

Nikahı Lefkoşa'da kıydılar. Aile fertleri dışında dört kişilerdi: Mert-Elif ve şahitler Kaan, Selin. Mert merasimden sonra “Kendilerine yakıştığı gibi sade bir törenle evlendiler.” dedi, gülüştüler.
Çıktıktan sonra "Parka gidelim," dedi Elif.
"Düğün günü mü?" dedi Selin.
"Başka nereye gideceğiz ki?" dedi Elif.
“Parkı da kutsamamız lazım” dedi Mert.
Selin "evlendiniz yani" dedi, yarı gülerek.
"Evet," dedi Elif.
"Ve yine parktayız."
"Evet."
Garip bir andı. Mutluydular sanki ama kimse mutlu gibi davranmıyordu. Köpekler koşuyordu sadece. Onlar hep mutluydu zaten.
Bir çocuk yanlarından geçti. Patates'i gösterip "Anne bak, zürafaya benziyor" dedi. Çocuğun annesi "Hayır canım, o köpek" dedi ama çocuk inanmadı.
Mert ile Elif birbirine baktı. Gülümsediler.

Üç yıl sonra Patates öldü. On iki yaşındaydı.
Mert o gün hiç konuşmadı. İşe gitmedi. Yataktan kalkamadı. Elif yanında oturdu. Bazen elini tuttu. Bazen hiçbir şey yapmadı.
Ertesi gün Mert "Patates’i gömmek istiyorum" dedi.
"Nereye?" dedi Elif.
"Parka."
"İzin vermezler," dedi Elif.
"Biliyorum," dedi Mert. "Ama yine de."
O gece oldukça karanlıktı. Parkta çınar ağacının yanına bir çukur kazdılar. Patates'i oraya koydular. Tasmayı çıkarmadılar. Zürafa deseni toprağa karışsın istediler.

Bir hafta sonra "yeni köpek alalım" dedi Mert. Elif bu kararı onayladı.
Yine erkek bir golden aldılar. Elif "adını ne koyalım?" diye sordu.
"Bilmem," dedi Mert. "Sen söyle."
Elif düşündü. Köpek sarı ve biraz şapşalcaydı. "Muz olsun mu," dedi.
Limon ile Muz iyi anlaştı. Neredeyse hiç kavga etmediler.

Kaan ile Selin evlendi. Alsancak'ta küçük bir düğün yaptılar. Sonra kızları oldu. Adını Ece koydular.
Elif hamile kalamadı. Doktora gittiler. Doktor uzun uzun bir şeyler anlattı. Sonunda "imkansız diyemem ama çok zor ihtimal" dedi.
Elif sarsıldı uzunca bir süre. Mert sarıldı.
Bir cumartesi sabahı parkta otururlarken Elif "Çocuk olmayacak." dedi.
"Biliyorum," dedi Mert.
"Üzgün müsün?"
Mert düşündü. "Evet," dedi. "Ama sen varsın.” dedi.
Elif başını Mert'in omzuna koydu. Çınar ağacı yapraklarını salladı.
-------
Şimdilerde hâlâ her cumartesi parka gidiyorlar. Dört kişi, iki köpek, bir de Ece.
Ece koşuyor, düşüyor, kalkıyor. Köpekler peşinden koşuyor. Muz sürekli oyun peşinde. Limon yaşlandığı için ona yürüyerek eşlik edebiliyor.
Yine bir cumartesi günü parkta otururlarken Elif "bak" dedi. Muz ile Limon yine koklaşıyordu. Eskisi gibi değildi ama hâlâ meraklıydılar birbirinlerine.
"Hâlâ birbirlerinden keyif alabiliyorlar.” dedi Elif.
Mert baktı. Gülümsedi biraz. "Evet," dedi.
"Biz de öyleyiz," dedi Kaan. "Hâlâ bu parktayız ve oyunun içindeyiz.”
"Belki," dedi Selin, "belki buraları da değişiyor ama biz farketmiyoruz."
Hepsi sustu. Düşündüler.
Ece "Bak züraf!" dedi, Muz'u göstererek.
"Hayır canım, o köpek," dedi Selin.
"Hayır," dedi Ece. "Züraf."
Kimse düzeltmedi. Çünkü belki de Patates hâlâ oradaydı ve Ece haklıydı.

Güneş batıyordu. Lefkoşa'da hava serinlemeye başlamıştı.
Elif sigarasını söndürdü. "Eve gidelim mi?" dedi.
"Biraz daha dururuz," dedi Mert.
Oturdular. İzlediler etrafı. Köpekleri, çocuğu, kuşları.
Çınar ağacı yapraklarını salladı. Park nefes aldı. Her şey yerli yerindeydi.
Patates'in zürafa desenli tasması toprağın altında hafifçe parladı.

etyen.


istanbul